9 Ocak 2016 Cumartesi

Uzaktan Seviyorum Seni - Cemal Süreya


Uzaktan seviyorum seni
kokunu alamadan,
boynuna sarılamadan
yüzüne dokunamadan
sadece seviyorum
Öyle uzaktan seviyorum seni
elini tutmadan
yüreğine dokunmadan
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden
şu üç günlük sevdalara inat
serserice değil adam gibi seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden
en çılgın kahkahalarına ortak olmadan
en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan
öyle uzaktan seviyorum seni
kırmadan
dökmeden
parçalamadan
üzmeden
ağlatmadan uzaktan seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi
dilimde parçalayarak seviyorum
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum

Cemal Süreya

7 Ocak 2016 Perşembe

Bu şehir cennet, bu şehir cehennem,
Gündüzleri sevinç dolu geceleri hep keder elem,
Güneş bu şehirde gülen bir yüz iken,
Yağmurlar gözyaşları yanağından süzülen.

Bu şehir kimsesizlerin kimsesi,
Kızgınların öfkesi,
Aşıkların sevgisi bu şehir,
Bu şehir sen, bu şehir ben,
Bu şehir hiç olmayan biz,
Hayal dünyasında sürüklenip giden.

22 Eylül 2013 Pazar

Ufak Defter

Yaz şimdi şiirlerini ufak defterlere
Yaz ki unutmayasın nefretini, öfkeni
Sonra kopar yapraklarını tek tek…
Parça parça at hepsini ateşe…
At ki sönmesin içindeki alev,
At ki gözlerin bir daha ıslanmasın,
At ki bir daha canın yanmasın…

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Küçük Bir Şeker Belki Mutluluk...

İnsan yaşamak için neye ihtiyaç duyar ? Yemek, içmek, nefes almak... Peki insanlara yeterli midir bunlar ? Maddi ihtiyaçları karşılanan bir insan manevi dünyasında yapayalnız bırakılırsa pille çalışan oyuncak robotlardan ne farkı kalır? Veya evlerimizde beslediğimiz hayvanlardan ?

Belki de toplu yaşamaktan kaynaklanan bir durumdan ötürü insanların ihtiyaçları yukarıda saydıklarımdan biraz daha farklı olmalı. Onaya, desteğe, gurura, dosta, lidere, sevgiye de ihtiyaç duyar bir insan.

Peki bir insanın bunlara ulaşması her zaman mümkün müdür ? Dost dediğiniz insanlara ne kadar güvenebilirsiniz ? Brütüs değil midir Sezar'ın son dostu ve düşmanı. Kime güvenmeli insan ? Ya da birine güvenmeli mi ? Sezar mı olmalı Brütüs'ünü bekleyen yoksa Brütüs olmak daha mutlu edecekse onu mu seçmeli.

Mutluluk önem sırasında en üst düzeyde midir ? Bir insan mutlu olmak için şerefinden, gururundan bir saniyede vazgeçebilir mi ? Peki bunlar olmadan mutlu olabilir mi ?
Gördüğü anlık bir mutluluk mu kısa vadede ? Değerlerden biri bir diğerini karşılayabilir mi ?

Değişmez sanki, peki çalınabilir mi ? Ay giderken yıldızları neden saklar Güneşten ? Çalacağından mı korkar ? Deniz neden geri çeker dalgalarını kumsaldan ? Çok mu sevmiştir dalgalarını ? Bir çocuğun elinden şekerini alırsanız sadece şekeri mi almış olursunuz mutluluğunu mu ?

Bireyin mutluluğu diğer bireyi mutsuz edecekse ne yapmalıdır ? Var mıdır bir kuralı, bir kitabı ? Çocuk  daha güzel bir şekerin geleceğine kendini ne kadar inandırabilir ? Şekeri alan lezzetini yaşar elbet peki vicdan kısmında nasıl bir tavır takınır (vicdan olduğunu var sayalım) kendi iç mahkemesinde kalemi kırılan insan şekeri tatlı mı hisseder yoksa acı mı ?

Gün gelir keser de sap da bir kenarda unutulur belki. Ama o şekerin tadı mı kalır damakta sonra duyulan acı mı ? Bırakın tadını çıkarabilen çıkarsın, önemli olan herkesin kendi tadını alabilmesi. Kendi kendine yaşayabilmek...

En iyisi herkesin şekerini kendine bırakabilecek kadar dürüst olmak belki de. Herkesin şekerinin kendine kalması dileklerimle.

4 Haziran 2013 Salı

Dayan, Bekle, Sabret, Üzülme...

Derin nefret ihtiva ederken gece
Ağladı küçük adam öylece
Yalnız, üzgün, sıkkın yorgun.
Ağladı küçük adam gizlice
Nerede görse astı kinle, öfkeyle.  

Bekledi küçük adam.
Elinden de bir şey gelmiyordu aslında
Kalbinden geçen son damla kanı da düşürdü yere.
Lekeledi en güzel çiçekleri bile
Elleri kanamıştı o güllerin dikenleri ile.

Sadece kızgınlık hissediyordu
Ağzında sadece nefret sözcükleri
Bir tek renkler kalmıştı inandığı
Renkler de gitti beklemeden zamanı
Ellerinden aktı kum tanesi gibi
Tek birini bile yakalayamadı.  

Üstüne yürüdü yalnızlığın
Zerre korkmadı acımaktan
Ürkmedi taşların en keskininden
Layıkıyla sıyrıldı engellerden
Mert bir şekilde kalktı her düştüğünde
Elinde kalan tek şeyiyle : Şerefiyle...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Arz-ı Ahvalim

Ay ortaya çıkardı o simsiyah gölgeni
Parlayan yıldızlarda gördüm haleni
Birkaç acı sözcük aktı dilimden,
Gözüm aradı ama bulamadı yareni.  

Esen rüzgar mırıldandı ezgini,
Bir selvide gördüm derin çizgini,
Bir yaprak sallandı oynadı yerinden,
Bozuldu hallerimin en sakin, en dingini.  

Çalkalandı denizlerin en engini,
Aradı bulamadı gücünün dengini,
Söktü ağaçları, kopardı çiçekleri yerinden,
Kararttı o mutluluk tablosunun rengini.

Kaç ?

Kaç gönül geçti gönlünden,
Ben sadece sana atarken?
Kaç defa gittin düşümden,
Martılar giden her vapura ağlarken?  

Kaç gözü gördü gözlerin?
Kaçına öyle iç geçirdin?
Söyle ey gül endamım,
Söyle kaç defa sevdin?

Kaç damla aktı gözümden?
Kaç cümle döküldü kalemimden?
Haydi durma söyle ey hüzn-ü canım,
Kaç ömür geçti ömrümden?

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Güneş Doğacak Sanmışım Da...

Meğer ne çok üzülmüş ne çok yanılmışım,
Aklıma hükmedip hep kalbimle tartmışım.
Bir rüyadan üzülerek uyanmışım da,
Meğer başka bir rüyaya doğru yol almışım.

Meğer yanlış istikamete sapmışım,
Arayıp arayıp doğru yolu bulamamışım.
Meğer ne çok yanlış yapmışım da,
Hepsini düzeltecek cesareti kendimde bulamamışım.

Meğer kalabalıklar içinde kendimi ben yalnızlaştırmışım,
Bana yaklaşmaya çalışanları çocukça kırmışım. Aslında avaz avaz bağırmışım da,
Hiç kimseye sesimi istediğim gibi duyuramamışım.

Meğer her şeyin iyi olacağına inanmışım,
Olmayacak şeylere olmayacak umutlar bağlamışım.
Gökyüzünde dolaşan bir ateş böceği görmüşüm de,
Yeni güne doğan Güneş gibi karşılamışım.

Güneş doğacak sanmışım da
Boşuna kendimi kandırmışım...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Ne Mi Olacak Şimdi?

Doğan güneş aydınlatacak bulutlarla kararan günümü.
Sonra gece saklayacak yersiz hüznümü.
Kader verecek gözünü kırpmadan hükmünü,
Ve bir garip gözyaşları içinde okuyacak öykümü.

Bir yağmur yağacak yıkayacak yüzümü.
Gökkuşakları renklendirecek siyah-beyazdan ibaret ömrümü.
Belki farklı bir pencereye çevireğim gözümü,
Küçük bir çocuk geri verecek başkalarına çaldırdığım gülüşümü.

Bir fırça darbesi hoyratça silecek dünümü.
Bir ayna görmemi sağlayacak bugünümü.
Zaman geçecek, belki aylar belki yıllar.
O zaman cömert bir el verecek hakettiğim ödülümü.

Üzülmek yersiz, gün gelip melek çağıracak ölümü,
Bir aşık çalacak özenip bezenip büyüttüğümü,
Özenip bezenip büyüttüğüm koparmaya kıyamadığım,
Yalnızlığımı dallarına bağladığım o kırmızı gülümü.

9 Nisan 2013 Salı

Suskunum Sana - Adnan Yücel

SUSKUNUM SANA

Hangi şiire başlasam suskunum sana
Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun

Güneşte kavrulan bir kum tanesi
Çatlayan dudaklarım oluyor her gece
Yağmura suskun yaşamaya suskun
Haykırabilsem
Belki bir nehir köpürebilir sesimde
Silinebilir kuraklığın bütün izleri
Upuzun çöller vadileşebilir içimde


Hangi güzelliği özlesem suskunum sana
Yürek boşluğunda bir of kadar suskun

Özlüyorum seni masmavi
Koşuyorum sana bembeyaz
Ve kahroluyorum bir anda kapkara
Ah oluyorum
Of oluyorum
Ve susuyorum
Oysa haykırabilsem
Işık yumağı bir pınar olur soluğum


Hangi türküye uzansam suskunum sana
Ağıt ağıt, özlem özlem suskun
Tut ki vurulmuşum
Aşktan ve kandan bir damla olmuşum

Bir saçlarının rüzgarına
Bir de ağzının kıyılarına konmuşum
Hangi dalga silebilir beni senden
Hangi kasırga koparabilir
Ben saç tellerinde bir ezgi olmuşum
Coşkuların her şahlanışında
Sana deprem deprem susmuşum
Ve sana susmaktan inan ki yorulmuşum


Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası
Sözlerinde baskı yasası yeter
Hangi kavgayı özlesem suskunum sana
Zafer sabahlarında gece kadar
Bayram sabahlarında yas kadar suskun
Böyle güzelliklere de
Böyle suskunluklara da lanet olsun
Al bu suskunluğumu al artık
Al ki
Bütün gürültüler kahrolsun 


Adnan Yücel

5 Nisan 2013 Cuma

Sen ve Ben İki Ayrı Film...

Sen ve ben iki ayrı yaşam iki ayrı film, oyuncuları, zamanı, mekanı, mevsimi, ayı, güneşi birbirine benzeyen...   Sen ve ben iki ayrı film, hala çekilmekte olan hala bitmemiş...   Sen ve ben iki ayrı film yolları hiç kesişmeyen, her ne kadar birbirine çok benzese de...   Senin başrolün başkası, benim başrolüm ise sen...   Sen başka yönlere bakarken, benim objektifim sana dönük, ne sen farkındasın bunun ne de gölgen...   Sen en güzel baharların filmi, benim hikayemse 3-5 kısa mutlu andan ibaret...   Sen ve ben iki ayrı film aynı senaristten ancak farklı yönetmenlerin elinden...   Sen ve ben iki ayrı film belli ki benim hikayemin sonu mutsuz, senin yolun açık olsun nice mutlu sonlara...

27 Şubat 2013 Çarşamba

Kısa Metraj Film...

İnsan sevdiğinden bir "Güle Güle" ile ayırmamalı bence. Bırakmamalı insan sevdiğini, vazgeçmemeli. Bırakmamalı elini o son saniyede. Sıkı sıkı tutmalı, o son saniyede deyivermeli eğer diyecekse, biriktirmemeli sevgilerini, biriktirmemeli hislerini, birden ağzında çıkaravermeli, kalbi yerinden çıksa da "Seni Seviyorum" kelimesini...

Çıkarıvermeli ki, delmesin o acı yüreğini, kanatmasın yarasını, bir gülistan olabilecek yerler, bozkırlara dönüşmesin, güller yerine dikenler bitmesin gönüllerde. Bir anla başlayan sevgi bir anla bitmemeli. Bir ömür sürmeli...

Belki ilk görüşte belki tanıyarak sevdi seven, kalp bir kere sevdiyse anlar ona yıllar gibi gelmeye başlamıştır bir kere. Kızmamalı, kötülememeli çünkü seven severken elinde değildi kalbinin çarpıntısı, gözlerinin gülüşü...

Bitirmemeli yönetmeni o kısa metrajlı filmi, olabilecek en gereksiz sonla, kavuşmalı Ferhat Şirin'e dağları delerken o gürz ile kıymamalı canına Şirin'i öldü diye. Mecnun düşmemeli çöllere Leyla'sının sevdasından, illa ki ölüm buluşturmamalı sevenleri. Sevenler bu dünyada da gülmeli.

E hadi be yönetmen bir kere de güzel bitir şu filmi, Leyla kavuşsun Mecnun'una, Şirin ve Ferhat, Tahir ile Zühre bir masal olmaktan çıksın, bırak bu seferki filmin sonunda da AŞK kazansın...

25 Şubat 2013 Pazartesi

Aşk ulu bir çınar misali...

Sevgi nedir, neden sever insan ? Neden seçer sevdiğini ? Neden illa ki sevmek ister ? Neden kalbini bambaşka birine emanet etmek zorundadır ? Yaratılış gereği mi doldurmalıdır yüreğini ? Neden rahatsızlık verir, neden acır boş bir kalp ?   Ya da bos kalır mı kalp ? Yoksa hep sever mi birilerini farkında olmadan ? Sevmeli midir sürekli ? Vaz mı geçmelidir sevmekten, sevilmekten ?   Ya da inadına sarılmak mı gerekir ? Peşinden koşmak mı gerekir aşkın ?

Aşk insan icin su gibi vazgeçilmez mi olmalıdır ? Aşk huzur icin bir araç mıdır yoksa amaç mı olmalıdır ?   Aşk sevgiliye mi olmalıdır,  yoksa aşkın kendisine mi ? Aşk kalbi hızlandırdığı sürece mi aşktır.  Yoksa kalp dursa dahi baki midir yeri ? Gelip gider mi bogazdan geçen gemiler gibi, yoksa kok mu salar koskoca bir ömre ulu bir çınar gibi ?

9 Şubat 2013 Cumartesi

Artık Her Gecemin Sıfatı "Hüzünlü"...

Belki de iki şey isterdim bu hayatta sana deli gibi aşık olduğumu avaz avaz bağırmak ya da usulca yaklaşıp sarılıp sakinleşmek, kim bilir belki hep bir hayal olarak kalacak, belki hiç yasanmayacak ama güzel olacak hafif acıtacak, ama ağlattığı kadar da güldürecek.

Ah bir bilsen, bir görsen. Bil ki bende o cesaret yok, severim söyleyemem, ağlarım gösteremem, söylerim dinletemem. İşte o zaman sadece susarım...

Evet hayatın bir tarafı benim için fazla eğlenceli,  ama diger yüzü bir o kadar melankolik. Sevmek bir yandan çok iyi, bir yandan çok çok kötü.

Ya seversem ve sevmezsen, ya olmazsa. Peki ben yine yere düşersem kalkabilir miyim acaba ? Dayanabilir miyim seni de öncekiler gibi kaybetmeye ?

Gülmek yetmez mi senin yanında ? Seviyorsam vakit senin yaninda su gibi geçmez mi ? Peki her zaman yanımda olsan tılsımı kaybolur mu aşkın ?

Anlaşılan o ki benim için mutlu olmak aşklarca uzaklıkta hâlâ. Anlaşılan o ki sana ulaşana kadar benim bütün gecelerimin sıfatı "hüzünlü"...

15 Aralık 2012 Cumartesi

Bir Başkayım Şimdi...

Sonbaharda yaşayan bir çınarım şimdi,  terk etti beni yeşil artık günlerim sadece kahverengi. Gözüm ilkbaharı özler, o zaman yapraklarım geri gelir belki...

Karanlıkta ıssız bir ormanda yürüyen bir çocuğum belki , çok düştüm çok kanadım, kırıldı kolum kanadım cesaretim çoktan terk etti benliğimi...

Hayatının son zamanlarını yaşayan bir ihtiyarım şimdi saçları beyazlamış, yüzü kırışıklıklarla dolu, gözlerinde hayatın acı izleri, artık umutsuzca ölümü bekleyen...

Kurda yem olmak üzere olan bir kuzuyum şimdi, ufak tefek, çaresiz, kaygılı, korkudan titreyen dizleri, gücüm yok artık direnmeye gel de sen kurtar beni...

Umudum kalmadı artık aşktan çünkü çok üzdü beni, belki beni duymadı, belki ben öğrenemedim onun dilini, ne dediğini bilmeden ona inanamam ki, gel aşka inandır beni ey sevgili...

Dedim ya bir başkayım şimdi...

11 Kasım 2012 Pazar

....

"Üzülme değmez sözünü duymaktan sıkıldım. Değmeyenlere zaten üzülmem. Üzüldüğüm şey; Değmeyenlere yüreğimin değmiş olması" Cemal Süreya

5 Kasım 2012 Pazartesi

Yasak Elma : AŞK

İnsan yaradılışı gereği acıdan kaçar, zamanla acı veren şeylerden vazgeçer, küçük çocukların ateşten vazgeçişi gibi mesela, ateşe ulaşıncaya kadar çok çekicidir ateş, bebeklerin dikkatini çeker, ta ki dokunup acıyı hissedene dek. Her zaman geçerlidir bu kural, dener canı yanar bir daha yapmaz, ya da daha nadir yapar...

Bir tek şey için geçerli değildir bu kural: AŞK...

Koşarak yaklaşır ona, heyecanla bir çocuğun ilk kez gördüğü meyveyi isteyişi gibi saf ve temiz isteklerle, koşar, koşar... O kadar yaklaşır ki elini uzatsan onun olacak, biraz daha yaklaşsa avuçlarının içine alacak doya doya bakacak tadına...

Koşar gözü o meyvede koşar çünkü çok övmüşlerdir o meyveyi, tadı tatların en güzeli, rengi renklerin, kokusu tüm kokuların en güzeldir. Takılır büyüklüğü o kadar önemli olmayan bir taşa, kanar her yeri acı çeker, kalkar tekrar koşar bir taş daha, bir taş daha...

Kan revan içinde kalır her yeri gözyaşları dolanır, yüzünde vücudunun her yerinden gelen acının belirtisi... Her yeri kan revan içinde kalır ama en çok yaralar değil de kalbi acır...

Uzun zaman boyunca o meyveyi ister çocuk, bir süre sonra meyve çürür. sonra bir başka meyve görür çocuk, ona da koşar, koşar, koşar değişen bir şey yoktur yine düşer...

Bir yerden sonra koşmayı bırakır çocuk, vazgeçer meyvenin peşinden koşmaktan, değmeyecektir artık koşup düşmeye, düştükçe yeni yaralar açılmasına... Tadı bellidir artık meyvenin, Acı...

Aşk da böyle aslında, överler önce iyi bir şey sanarsın, AŞK'tır o büyüktür, yücedir. Heves edersin aşık olmak istersin... Ararsın sürekli sana o aşkı yaşatacak olan Maşuk'unu... Bulursun ya da buldum sanarsın o çocuk nasıl düştüyse meyvenin peşine, sen de düşersin sürekli AŞK'ın ellerine, yaralar açılır ama bu kez kanamaz, göz yaşları vardır sadece. Bu kez sen ağlamazsın yüreğin ağlar, yüreğin yara alır ve kanı gözlerinden akar cam renginde...

Günler zor geçer senin için, her nefes alışında tek isim, her baktığın yüzde tek insan, her konuşmada onun sesi, yaşamaktan vazgeçersin kendi içine kapanırsın önceleri...

Sonra yeni bir meyve ararsın, yaşayacaklarını bile bile ama neden ? Neden insan canını acıtacak şeyi arar, neden onsuz bir saniye bile rahat duramaz ? Neden zevk alır kalbinde açılan yaralardan ?

Neden AŞK olmak zorundadır ki yaşamında ? Bir çocuğun annesine duyduğu sevgi yetmez mi ? Veya insan Güneş'i sevemez mi Ay'ı, yıldızları ? Yaşıyor olabilmek yetmez mi insana ? Neden hep Yasak Elma'nın peşinden koşar insan ?

30 Eylül 2012 Pazar

Yeni Bir Liman Bulunca

Bazı insanlar vardır hani ayaklarını yerden keser, yanında çok mutlu olursun dünya senin olmuş gibi gelir, hayatı hep toz pembe görürsün, tüm sıkıntılarını ona bağladığın ufacık bi umutla unutursun... Ciğerini dolduran har havada, kana kana içtiğin her suda onu hatırlarsın, AŞK'ın tanımını yaparken o gelir aklına...

İşte öyle insanlara rast gelirsin bazen, bazen çok seversin, bazen az ... Bazen çok mutlu olursun seversin o da seni sever, bazen de sadece sen seversin ama sevilmezsin...

Demiştim ya ayakların yerden kesilir diye işte bazen bazıları hiç düşünmez canın yanar mı? Göklerdeyken birden yere çakılırsın, kırılan kemiklerinden çok kırılan kalbin acıtır seni... Yaralarını sarmak için bir şeyler söylersin birileriyle konuşursun bir şeyler yazarsın, yazarsın, yazarsın...

Sonra unutursun, aşkı sorgularsın... Aşkın gerçekliğini, aşkın varlığını... En sonunda inancını kaybedersin artık, AŞK MASALLARDA ANLATILAN BİR RÜYA olmuştur artık senin için işte o zaman yazmayı bırakırsın...

Bırakırsın ki yeni limanlara gönlün rahat bir şekilde yol alabilesin, gönlünü o limanda demirleyebilesin...

Şimdilik yazmaya bir süre ara, gerisi yeni bir liman bulunca...

Sevin, sevilin...

Sevginin raf ömrünün 3 gün, her şeyin normal olduğu, hoşlanmanın aşk, sevginin gelip geçici bir duygu olduğunun düşünüldüğü, ilişkilerin en az 3 kişilik olduğu bu zamanda, karşısındakinin gözlerinden akan o gözyaşlarına aldırmayan insanlarla dolu bir toplumda, aynı toplumda yaşayıp da, gerçek aşkı bulan, sevdiğinin gözlerine bakamayan elini istediği gibi tutamayan sevdiğini içinden geldiği gibi söyleyemeyen, dostlar selam olsun sizlere, hayat size güzel sevin sevilin...

4 Eylül 2012 Salı

İçindeki Fırtınayı Serbest Bırak...

Içindeki fırtınaları serbest bırak , bırak götürsün etrafında ne varsa , ne varsa yıksın yaksın , yaksın acımadan , acımadan öldürsün, öldürsün arkasına bile bakmadan, arkasına bile bakmadan terk etsin gitsin, gitsin ki ben de rahat bir nefes alabileyim...

31 Ağustos 2012 Cuma

Buyrunuz, Kalbime Hoşgeldiniz...

Buyrunuz, kalbime hoşgeldiniz...

Gelişiniz sevinç yarattı, daha önce gelenler de oldu, gerçi çoğu kapıdan bile içeri girmeden vazgeçmişlerdi.

Rahatı, komforu ile sevgi dolu bir yerdesiniz tam size göre burası, bir tek kişinin kalabileceği kadar büyük, ama kullanmasını bilen için çok büyük kullanışlıdır.

Tamamiyle sizi memnun etmek için tasarlandı, uzun süre kalabilirsiniz burada.Çok fazla masraf etmenize de gerek yok kendi masrafını kendisi karşılayacaktır.

Sıkılgan bakışlarınızdan, burası hakkında tedirgin olduğunuzu farkediyorum, karar sizin, dediğim gibi sizden önce de çok gelen giden oldu buraya kimi çok beğendi ama malesef ben onlara veremezdim, kimi de tam benim istediğim gibiydi ama onlar da burayı beğenmedi.

Dediğim gibi karar sizin, belki bugün siz olmazsınız, ama yarın biri daha gelecektir, ve eninde sonunda burayı çok seven biri ortaya çıkacaktır.

Şimdi siz kalabilirsiniz de, gidebilirsiniz de...

Yine bakışlarınızdan gideceğinizi hissediyorum, gidiniz, ama giderken kapıyı açık bırakınız lütfen...

Zaman ayırdığınız için teşekkürler, umarım bir daha karşılaşmayız, ve umarım aradığınız yeri bulursunuz...

Kalbimden çıkabilirsiniz...


27 Ağustos 2012 Pazartesi

Yeni Bir Milat...

Yoruldum artık sevmekten, özlemekten, beklemekten umut etmekten...

Aklımda hiçbir şey kalmadı artık geçmiş gelecek, o kadar yoruldum ki korkar oldum artık yeni bir çift göz görmekten...

Yeni bir çift göz demek kalpte açılacak yeni bir yara demek... Acıdan doğru düzgün çalışmayan kalbim yeni bir yarayı taşır mı taşımaz mı ?

Eski aşklar mezarlığı doldu taştı, yürekteki sıkıntılar Tuna'yı aştı... Aşk için kalbim artık taşlaştı, hayat ah hayat daha da bulanıklaştı...

Bugün bir milat benim için, bugün o saat 12'yi vurduğunda sen de gideceksin bu kalpten, yeni kalplere yuva kuracaksın artık, sevdan bir mühür hoş duran ama durdukça can yakan,

Çünkü artık bu kalp birini kaldıramıyor...

Yoruldum, ve her zaman dediğim gibi  kalp yorulunca gözlerden terlermiş...

Bugün saat 12 olunca o gözyaşı da akar, ben seni unutur muyum bilmem ama artık görmezden gelirim...
Kalbimde bir yarayı daha dağlarım...

Güle güle...

26 Ağustos 2012 Pazar

Bir Damla Gözyaşı:...

Ağlayamıyorum , çok kolaydı aslında hayal kırıklığı her zaman öfke ve nefret getirirdi şimdiye kadar. Yükler ağır olunca kalp yorulur teri gözlerden akardı...

Sinirden ağlardım, üzüntüden ağlardım, acırdım ağlardım, canım yanardı ağlardım...

Şimdi hepsi var; sinir, üzüntü, acıma, acı... Ama ters giden bir şeyler var burada önceleri canımı yakan şeyi tek kalemde silebilir, unutabilirken şimdi yapamıyorum... Bu sefer galiba unutmak istemiyorum.

En son en büyük ağlayışım bir sevgiliyi kalbin derin divanlarından ıssız mezarlıklara taşırkendi... O zaman sana gülebilmiştim...

O zaman anladım ki bir dahaki ağlayışım ancak senin için olabilirdi...

Günler geçti, aklıma sen geldin başım döndü, canım yandı ama tek damla akmadı...

Gözüm dolar gibi oldu sildim damla olmasın dedim... Çünkü biliyordum o damla süzülürse yanaklarımdan, iz bırakırsa tuzu yüzümde kalbimdeki izini silecekti...

Hala vazgeçmedim aslında senden ama hayat senin rahatsız edemem, ufak bir misafirdim güle güle deme vaktim geliyor yavaş yavaş...Sen beni kovmadan ben gidiyorum...

Bu arada o gözyaşı hala akmadı ama benim silecek gücüm de kalmadı...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

İlişkiler Üzerine

İlişki, iki şey arasinda karşilikli ilgi, bag, münasebet, temas... Sözlük böyle diyor.
bugün bu sözcük bu anlamından çok çok uzakta... Şöyle ki artık insanlar biriyle 5-10 dk geçirmeyi ilişki zannediyor,  bir arkadaşına yalnız olduğunu söylemekten çekinip sadece "Gönül Eğlendirmek İçin" kullanılan "Seni Seviyorum" "Senden Hoşlanıyorum"lar ağızlarda sakız kıvamında.

Artık hoşlanmak bir başka yakışıklı görene kadar günlük gülistan (Bu arada bu süre 5 dk da olabilir 5 gün de 5 ay da...) yeni birini görüp daha çok hoşlanınca eskisi o an yapılmış bir hata olarak görülüyor...

İlişki demişler ya iki şey arasında iki insan arasında da oluyor bazen, biri o bağı sıkı sıkı tutuyor kopmasın diye, bir diğeri de tek bir darbeyle parçalıyor tüm geçmişi...

Bu şekilde kurulan "İlişkicikleri" gördükçe iyi ki yalnızım diyorum iyi ki böylelerine rastlamadım... İyi ki boşta kalmamak için birilerinin zamanını çalmadım veya kendi zamanımı çaldırmadım...

İlişki iki şey arasında belki ama ilişki olabilmesi için iki tarafın da özverili olması lazım... İki insan da gerçekten sevmeli. İyi ki şimdiye kadar hep yalnızdım, iyi ki pişman olduğum bir insan olmadı...

Hadi gençler gülüp eğlenmek isteyenler için "İyi İlişkicikler"...

17 Ağustos 2012 Cuma

17 Ağustos...

Ufak bi çocuktum o zamanlar tam olarak hatırlayamıyorum tabi ki, ama birkaç kare var aklımda unutamadığım 5 yaşında bir çocuğun aklında ne kadar kalırsa o kadar, ne kadar çarpıcıysa o kadar...

Gecenin bir yarısı alışkanlık haline getirdiğim gibi kalkıp annemlerin yanına gitmiştim. (Bu alışkanlığımı annemden öğrendim.) Kendime göre en güvenli yere gelmiştim annem ve babamın yanına... Mışıl mışıl da uyumuştum...

Gecenin bir yarısı önce çok şiddetli bir ses duyduk, annem ve babam o an uyanmışlardı... Ben hiç bir şeyin farkında değildim... (Ama kırılan bardakların, devrilen dolabın sesini hatırlıyorum.) Annem beni kaptığı gibi aldı merdivenlere koştu... Babamın sesini duyuyordum neredesiniz diye... Neyse ki sağ salim çıkabilmiştik binadan...

Ama herkes bizim kadar şanslı değildi, bizim oturduğumuz evde problem yoktu ama bir kaç bina ötedeki evler yıkılmıştı...

O geceyi halk pazarlarında pazar kuran bir komşunun o kocaman bezleriyle yaptığı çadırlarda geçirdiğimizi hatırlıyorum...

Ertesi gün yanımda annem elimden tutmuştu yıkılan binaları dolaşıyorduk dozerler harabeleri kaldırıyordu, yeni evli bir çift malesef kurtarılamamıştı... Resimleri de kendileri gibi yer altından çıkarılmıştı... Camdan atlayıp da sakatlanan bir genç de hatırlıyorum...

Yıl 1999 gün 17 Ağustos...

O zamanlar küçüktüm ama şimdi bile aklıma gelir her 17 Ağustos'ta...

Unutmadık, unutmayacağız...

SESİMİZİ DUYAN VAR MI ?

16 Ağustos 2012 Perşembe

 
MALT-OLMAZ

Hep terkedildim hiç terkedemedim
İçimde kalmıştı söyleyeyim dedim

Gidenler beni boğarken
Suyumdandır dedim kabullendim

Sen de git ne farkeder ki
Hepsi aynı işte, ilişki
Bugün sevgiliysek
Yarın arkadaşız
Öbür gün...

Öp desen öpemem olmaz
Sarıl desen sarılamam olmaz
Sev desen severim olmaz
Olmaz olmaz...
Bu şapkadan tavşan çıkmaz

Kaç gel yine ne farkeder ki
Hepsi aynı işte, ilişki
Dün sevgiliysek
Bugün arkadaşız
Öbür gün...

Öp desen öpemem olmaz
Sarıl desen sarılamam olmaz
Sev desen severim olmaz
Olmaz olmaz...
Bu şapkadan tavşan çıkmaz

6 Ağustos 2012 Pazartesi

DEĞİL



Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!

Elbet alışırım,
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma,
Kesin değil!

Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda…
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!

Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım…
Maziye hiç değil, an’a kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına…
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa,
İyi değil!

Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldu


Can Yücel

3 Ağustos 2012 Cuma

Zavallının Defteri

Hayatımı not aldığım bir defterim var, eski püskü değersiz bir şey ama yoldaş gibi bana...

Aşkın tarifi saklı o defterde, iki göz yeterli bazen, bazen tek bir el, bazen bir söz, bazen bir bakış...

Zor anlarımı, mutlu anlarımı, sevmelerimi, sevilmelerimi her şeyimi yazdım bu deftere her sayfasında imzam var... Her sayfada dokunuşum... Her sayfa sabır ağacı altında yaşadıklarımın birer şahidi...

Yaptığım her yanlışta biraz daha ağırlaştı defter, taşınmaz olmaya başladı...

Her muharebeden bir yarayla çıktı, kapağı yırtıldı, koptu sayfaları...

Her gelen bir iz bıraktı sayfalarına ufak belki ama her yeni sayfada göze çarpan... Sevdiklerim kocaman siyah boşluklar oluşturdu sayfalarımda, silgilerim yetmez oldu bir süre sonra...

Her okuyan anladı derdimi, ama bir şey diyemedi, her okuyan acıdı, dolmuş gözleriyle "Zavallı" diye baktı...




"Uykunun dindiremediği acı yoktur." demiş Balzac , peki ya acıların dindirdiği uykuya çare ne olacak ?

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Tan ~ İmkansız

Tan ~ İmkansız (Rüyalarım Olmasa)

Yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsunSeni görmem imkansız
İmkansız imkansız… Rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız
İmkansız imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız
İmkansız imkansız rüyalarım olmasa
 Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayır da
Su serp yanan bağrıma sağlığını duyur da
Yaban gülü gibisin dağda kırda bayırda
Seni dermem imkansız
İmkansız imkansız rüyalarım olmasa
Yaban gülü gibisin dağda kırda bayırda
Seni dermem imkansız
İmkansız imkansız… Rüyalarım olmasa
Rüyalarım… Rüyalarım olmasa
Seviyor özlüyorum seni can pahasına
Bir fırsat ver nolursun
Nolursun nolursun beni bir daha sına
Bu aşkı söyleyemem senden bir başkasına
Seni sormam imkansız
İmkansız imkansız rüyalarım olmasa
Rüyalarım olmasa aah aah
Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayır da
Su serp yanan bağrıma sağlığını duyur da
Yaban gülü gibisin dağda kırda bayırda
Seni dermem imkansız
İmkansız imkansız rüyalarım olmasa
Yaban gülü gibisin dağda kırda bayırda
Seni dermem imkansız
İmkansız imkansız… Rüyalarım olmasa
Rüyalarım… Rüyalarım olmasa
Rüyalarım olmasa…

Ben Bu muyum ?

Cidden mi ya ben bu muyum? Seni hiç istemeyen birisi için gecelerini feda eden, aklına her geldiğinde boş duvarlara dalan, Açık açık "Hayır" dediği halde hala bir şeyler uman, Bir daha ona başka bir şekilde bakıp başka bir şekilde hatırlayamayacağımı bile bile "Arkadaş Olabiliriz" diyen, Onun arkadaşlığını sırf "Arkadaş Kalalım" dediği için zorunluluk hissettiği için arkadaşlığını devam ettirdiğinin farkında olup hala bir şeyler uman, Herhangi bir "AŞK" filmi izlediğinde sanki esas oğlan ben esas kız da O'ymuş gibi düşünen, Gelmeyeceğini bile bile hala o lanet olası telefonda tek bir mesaj görmeyi uman o salak ben miyim?

Kim derdi ki gün gelecek böyle bir insan olacaktım, çaresiz, gereksiz yere dert eden...

Acaba bu zamana kadar sordum mu hiç kendi kendime sen onun aklına geliyor musun, onun senin aklına geldiğinin milyonda biri kadar ?  Değiyor mu böyle acınası hallere düşüp kendi aklının içine etmeye?

Hayır kardeşim ben bu değilim... Ben bu kadar aptal değilim... Sadece silkelenip kendime gelmem gerekiyor...

Unutmamam lazım ki "Değecek Olan" bir gün gelecek ve o gün ben bu kişi olmayacağım !

Acaba, Belki, Bazen...

Artık yazmak da gelmiyor içimden, sadece susmak zaman geçirmek istiyorum. Yavaş yavaş değil çok hızlı bir şekilde unutmak istiyorum seni. Gülüyorum geçiyorum artık aklıma geldikçe. Bazen de gülemiyorum derin bir düşünce balonu kaplıyor dört bir yanımı, acabalar kuşatıyor...

"Acaba bunu yapmasaydım böyle olur muydu?" yada "Acaba şöyle yapsaydım sonuç değişir miydi?" bir sonuç da çıkmıyor, değişmiyor hiç bir şey...

 Belki de böyle olması gerekti senin hayatında bu kararı vermen benim de sana ulaşamamam gerekiyordu...

Bak şimdi de belkiler dolandı dilime, "Belki severdi" "Belki sevebilirdik" "Belki de çok kötü olurdu" "Belki bazen bunları yaşamak gerekir" "Belki bazen de unutmak..."

Bazenler de geldi çok güzel... Şu ara hayatımın çoğunu bu üç kelime dolduruyor : Acaba, Belki, Bazen...

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Senden Önce, Senden Sonra...

Senden önce;
Papatyalar, sadece yapraklarını teker teker kopartmaktan hiç bir şey anlamadığım ufak beyaz çiçeklerdi.
Müzik, gün içinde dinlemek için yaratılmış zamanın hızlı akmasını sağlayan bir dizi notaydı.
Şiirler, onlar mı laf kalabalığı yapmayı seven birkaç insanın ağzından dökülmüş laflar gibi gelirdi.
Filmler, özellikle aşk üzerine kurulu olanlar aslında bir yönetmenin elinden çıkmış, sadece kafamı dağıtmak için yapılmış para tuzaklarıydı.
Yıldızlar, gökyüzünde çok çok uzakta gelişigüzel hareket eden bir kaç taş parçasıydı.
Geceler, uyumak için yaratılmıştı başka ne olurdu ki geceleri.
Aynalar, sadece tuvalete girip çıkarken baktığım bir cam parçasıydı.
Uyku, bir nevi ihtiyaçtı vücudumu ayakta tutan.
Güneş, kocaman sarı bir ateş topundan ibaretti.

Ama bir şey oldu ve seni tanıdım

Senden sonra;
Papatyalar, sana ulaşabilmek için tükettiğim bir çiçek seni ve beni ifade eden.
Müzik, bir nevi iç çekiş her birinde bana seni hatırlatan
Şiirler, ah şiirler dünyanın en anlamlı sözleri, gökten bir kitapla inmiş gibi her biri
Filmler, onlar hayatımın birer parçası anlayamamışım her filmde bir aşk varmış meğer içten içe akıp giden
Yıldızlar, sen ve ben oldular, hiçbir zaman bir araya gelemeyecek kadar birbirine uzak ama sanki yanyanaymış gibi birbirine yakın duran.
Geceler, birer mahkeme kendimi sorguladığım, farkına biraz geç vardığım ama artık uyumak için kullanmadığım.
Aynalar, seni yanımda düşünmemdeki en önemli yardımcılarım parlak olduğu her şeyi dosdoğru yansıtan
Uyku, ne kadar zor olsa da bir kaçış artık senden, benden, bizden...
Güneş, ah Güneş her sabah aynı yerden doğan ve cömertçe umut dağıtan


Tıpkı her uyanışımda kalbimden doğan, seni bana hatırlatan, belki bazen canımı acıtan düşünce gibi : AŞK

29 Temmuz 2012 Pazar

Çünkü Binlerce yıllık uygarlığın ardından insanoğlu hala sevmeyi öğrenemedi...

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Eros & Zeus


Anlayamıyorum bu Yunan tanrılarını sanki her şey bitti ben kaldım uğraşacak... Havayı bu kadar sıcak yapmak için uğraşan Zeus bi yanda, elindeki okları füturcuzca kullanan Eros bir yanda...

İkisi de beni uyutmamak için yemin etmişler gibi... Biri geceyi dayanılmayacak kadar sıcak yapıyor, diğeri zaten çok fazla sıkıntım yokmuş gibi "aşk" adı altında acılar dağıtıyor...

Bir tanesi bile uykularımı kaçırmaya yeterken ikisi birden saldırıyorlar gece yarısından iki üç saat çalarken şimdi on-onbir saat çalıyorum... Uykularım daha rahatsız oldu, daha kısa...

Eros ve Zeus... Uykularımın hırsızları...


Ne diyordu Şair;
Yıkıldı yolunu bekleyen şehir
Şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir !!!

26 Temmuz 2012 Perşembe

Öyle Bir Hayat Yaşıyorum Ki...

Öyle bir hayat yaşıyorum ki;
Cenneti de gördüm, cehennemi de.

Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum, oynadım.

Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum, okudum, anlamadım.

Kendi kendime konuştum, bazen evimde;
Hem kızdım, hem güldüm halime,
Sonra dedim ki, “Söz ver kendine”,
“Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin…

Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin…

Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin…

Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin…

Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman ve AN,
Hep acele etmem bundan, anladım…”

Friedrich Nietzsche

Bir kısa film gibi...

Siyah-beyaz bir filmin birbirine siyah ve beyaz kadar zıt iki karakteriydik. Birimiz vardı, birimiz yok... Birimiz güldü, diğeri ağladı. Birimiz hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam etti, birimiz olduğu yerde kaldı. Kim bilir belki başrolleri olduğumuz hayatlar bizi bu kadar zorlamasaydı çok iyi bir eser ortaya koyabilirdik.

Olmadı, artık sen kendi filminin başrolüsün ben kendi filmimin seninki nasıl bilmiyorum ama benimki şu an özlem üzerine. Bildiğin eski Türk filmi, çocuk kızdan hoşlanır, uzun zamandır böyle rahat nefes almıyordur, kendini onun yanındayken rahat hisseder, ama ondan önce çok büyük yaralar almıştır gönül rıhtımında demirli olan gemi...

Sever çocuk gün geçtikçe bağlanır. Yakınlaşırlar onlar yakınlaştıkça çocuğun umudu artar. Daha çok sevmeye başlar, unutmuştur yaralarını. Güzel günler hayal edebilmektedir artık. Ama son bir iş kalmıştır artık. O derin yaraları açan o haini o gemiden okyanusun geri dönmez akıntılarına bırakmak, bunu yapar çünkü o kalbi asıl hakedene ayırmak ister. Günahsızdı çocuk çekti kopardı bir parçasını kalbinin...

Bitmişti artık her şey...

Uzun zamandır çektiği acı geçmişti... Eski bir dostu mezara verir gibi ağlamaya başladı... Ağladı, ağladıkça daha fazla kanadı kalbi. Daha çok kanadıkça daha çok ağladı... Hiç düşünmedi yeni gelen ne düşünür bu gözyaşları hakkında... Onun için yaptı çünkü her şeyi... Dökülen her damla gözyaşında daha çok yer almaya başladı yeni aşk ! Kalp artık tamamen ona aitti...

Ancak o farklı anlamıştı...

Artık bir farklıydı kız, bir gün öncesindeki o kızdan eser yoktu soğuktu garipti, çocuk konuşamadı utanıyordu, çekiniyordu... Konuşamadı... Uzun zaman sonra sevebildiği ilk insanı da ellerinden kaçırdı...

Umutları tükendi çocuğun, derken bir gün cesaretini topladı çıktı kızın karşısına... Olmadı... Demek ki olmayacaktı...

Ama çocuk sevmeye devam etti. Bekledi bekledi. aslında halen beklemekteydi çocuk. Ama kız beklenildiğinin farkında bile değildi. Sanırım onun için artık tek çare unutmaktı. Olmadı, unutamadı...

24 Temmuz 2012 Salı

Sıla ~ Gözlerine Teslimim

Ne zaman bir mevsim olur tenimde
Tuzu mavinin vadesi güneşin
Ayrı bir yaz meyvesi olur her parem
Her parem ki sanki değil benim
 
Bir kağıt koydum suya yüzdürdüm
Dalgasız köpükleri enginleri
Enginler ki önümde
Kalleş bu büyük şehir dedikleri

Aah canım benim seni koynuma alır da yatarım
Aah canım benim seni koynuma alır da yatarım
Gözlerine teslimim nereyeyse gelirim
Sükununla doyarım
Gözlerine teslimim nereyeyse gelirim
Sükununla doyarım

Belki...

Her gece için bir bahanemiz var aslında, her günün bir bahanesi olduğu gibi... Belki çok sevmişizdir, belki çok nefret etmiş... Belki geçmiş üzdü bizi, belki gelecek kaygılandırıyor... Belki çok yorulmuşuzdur hayattan, belki de aslında hiç bir şey yapmadığımızı fark etmişizdir... Belki gece bir yardımcıdır tüm karanlığımızı gizlemeye, belki de ortaya çıkartmaya kalbimizdeki aydınlığı... Hatta belki çok özlemişizdir, onun bizi özleyip özlemediğini hesaba katmadan. Belki sesi geldi aklımıza, belki elleri, belki gözleri, ya da koskoca yüreği...

Belki hiç olmadık hayatında, ya da onun hayatı olmadı. Belki yanlış yer ve yanlış zamandaki tek doğru kişiydik, belki de onun için bir hiç. Belki bir masaldı o sizin için bir var bir yok...

Ama her şeyi unutup gülümsememiz gerekmez mi, bundan yıllar yıllar sonra dönüp de geriye... İlk gördüğünüz anı o yüzü, hayatınızda değişik bir anı olarak hatırlamak çok mu yanlış olur ? Takılmak mı gerekir düne veya geleceğe ? Her geçen saniye bir geçmiş, her gelen saniye gelecek değil mi ? Artık geri saramayacağımız saniyeleri özlemek ne kadar gerçekçi ?

Uyuyamıyoruz çünkü bizi sıkan ne havanın kasveti, ne baş ağrısı. Bizi uyutmayan Geçmişin bizden dünün intikamını almak için saç diplerimizi hırçın bir çocuk gibi çekiştirmesi...

Evet, bugün acılarla dolu ama yarın "belki"...

Bir Kere Filizlenince...

Bir kere filizlenince kalpte tomurcuklar aşka dair. Sen ne kadar sökersen o kadar çok çıkar yeniden. Eline battıkça dikenleri, canını daha az yakmaya başlar... Alışır gönül daha hızlı çarpmaya, yanıp kavrulmaya. Ama aylar seneler gelir geçer, büyürsün. Aydınlık alır yerini endişelerin ve üzüntülerin gecelerin daha parlak yıldızların daha berrak olur. Biraz sabır küçük insan sadece biraz sabır ihtiyacın olan. Hadi şimdi uyu ve yeni bir güne daha aydınlık uyan.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Yalın - Olmasa Da Olur
Tam benlik birisi var
Bir tutam yaz gülüşü var
Kocaman egosuyla
Olmasa da olur
Olmasa da olur

Tam benlik birisi var
Bir ömür aşk öpüşü var
Durulmaz oyunlarıyla
Olmasa da olur
Olmasa da olur



Ne yaz ne kış tam bahar ki ne bahar
Bir gün ağar bir gün açar
Sevdirir kendini şeytan tüyü var
Yoksa da hayat kurur yanar

Kıskıvrak yakalar kalbinden
Dağlar eğilir gelişinden
Oynak ruh haliyle
Olmasa da olur
olmasa da olur

Herşey Tek Yön : Sen...

Gece yine dayandı pencereme olanca ağırlığıyla, tek tük saydığım yıldızlar umutlarım gibiydi, teker teker azaldılar. Şimdi saysan bir elin parmaklarını geçmez. Göğüs kafesim bir kale gibi geçilmez gibi duran, ihtişamlı, ama aslında kırık dökük, yıkık bir harabe sadece. Kalbim karlar altında kalmış şaşkın bir serçe gibi ürkek ve yorgun. Yine benimle birlikte hiç terk etmeyen bekleyiş, bu berbat düşünceler saatinde. Ne seninle oluyor ne de sensiz, ne gülebiliyorum ne ağlayabiliyorum. Ne devam edebiliyorum sevmeye ne vazgeçebiliyorum senden. Sokaklar var içimde gece boyu bomboş olan, rahatsız edici bir sessizlik içinde hepsi tek noktada kesişen, hepsi tek bir yere ulaşan : Sen...

Temizlik...

Temizliğe başladım bir bir atıyorum kırdığın kalbimin milyonlarca parçasını, en ufak zerrecikleri bile, ne yüzünü görmek istiyorum ne sesini duymak. Ne yüzüme gülmeni istiyorum ne de derdimle ağlamanı. Kurtuluyorum senden, artık unutuyorum seni her şeyini , ya da sadece kendimi avutuyorum, bilmiyorum... Ama şunu biliyorum senin gibi ben de gemimi bu limandan alıyorum ve dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıyorum . Sonsuza dek ve yalnız ...